Klasik Türk İslam SanatıSanat Tarihi

Türk Hat, Tezhip ve Ebru Sanatının Özellikleri

Türk Hat Sanatının Tarihsel Gelişimi

Arap harfleriyle yazılan uyum ve güzelliğin ön planda olduğu güzel yazı sanatına hat, sanatçılarına da hattat denir. İslam uygarlığında yazıya verilen değer, hat sanatının gelişimini sağlamıştır. Yazıya estetik bir biçim vermek isteyen hat sanatçıları belli kurallar çerçevesinde kûfi, nesih ve sülüs gibi yazı türleri oluşturmuşlardır. Yazı türleri, harflerin boyutu, şekli, aralığı, birleşik veya ayrı yazılması vb. özellikleriyle birbirlerinden ayrılır.

Selçuklu Dönemi Hat Sanatı

13. yüzyılda yaşayan Amasyalı Yâkût-ı Mustasımî ilk büyük Türk hattatı olarak kabul edilmektedir. Mustasımî düz uçla yazılan ve Anadolu’da en çok kullanılan yazı türleri olan nesih ve sülüs yazı şeklini kalemin ucunu eğri keserek altı değişik biçimde yazmıştır. Mustasımî’nin yetiştirdiği hattatlar bütün İslam ülkelerinde hat sanatının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Altı değişik yazı, daha sonraki yüzyıllarda geliştirilerek 160 çeşide ulaşan yazılara kaynaklık etmiştir. Bütün bu özellikleriyle Yâkût-ı Mustasımî Türk hat sanatının Osmanlılar Dönemi’ndeki gelişimini hazırlayan kişi olarak kabul edilmektedir.

Osmanlı Dönemi Hat Sanatı

Osmanlı hat ekolünün kurucusu Amasya’da doğan Şeyh Hamdullah’tır. 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devam etmekte olan altı çeşit yazı ekolünün estetik anlayışına ilaveler yaparak yenilikler getiren Şeyh Hamdullah, 47 tane Kur’an-ı Kerim, yüzlerce En’am ve Kur’an cüzü yazmıştır. İstanbul Bayezid Camii, İstanbul Davutpaşa Camii, İstanbul Sultan Ahmet Camii ve Firuzağa Camii kitabeleri onun hat tekniği ile yazılmıştır.

Ahmed Karahisarî ise Yâkût-ı Mustasımî’nin ekolünü yaşatan ve geliştiren büyük bir sanatkârdır. Eserleri arasında Kanuni Sultan Süleyman için yazdığı şaheser, unvanına layık Kur’an ile Türk ve İslam Eserleri Müzesindeki büyük boy En’am’ı Şerif sayılabilir.

17. yüzyılda yaşamış olan Hafız Osman, etkilendiği Şeyh Hamdullah’ın ekolünü en ileri düzeye ulaştırmıştır. Hattatların piri olarak bilinen sanatçı Türk zevk ve üslubunu dünyaya tanıtmıştır. 25’ten fazla Mushaf (Kur’an) yazdığı bilinmektedir. Usta-çırak öğretimi ile yeni nesillere aktarılarak günümüze kadar gelen hat sanatı; levhalar, el yazması kitaplar, fermanlar, diplomalar, cami duvarları, halılar ve mezar taşlarında kullanıldığı gibi kutu, vazo, tabak vb. gündelik eşyalarda da kullanılmaktadır.

Osmanlı Dönemi’ndeki diğer ünlü Türk hattatlar; Mustafa Râkım Efendi (1757-1826), Mahmut Celaleddin (d.?-1829), Mustafa İzzet Efendi (1801-1876), Mehmed Şevki Efendi (1829-1887) ve 20. yüzyılda Kamil Akdik’tir (1861-1941).

Türk Tezhip Sanatının Tarihsel Gelişimi Kur’an-ı Kerim ve divan gibi el yazması değerli kitapları bezeme sanatına tezhip denir. Tezhip sanatçılarına müzehhib denir. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere özellikle önemli kişilere sunulacak veya onların özel kütüphanelerine konulacak kitaplar ve diğer kıymetli eserlerin çoğu tezhiple süslenmiştir. Tezhip sanatı, Orta Asya’da Uygurlar Dönemi’nde ortaya çıkmış, Anadolu’ya Selçuklular tarafından getirilmiştir. Türk tezhibinde Hatayî, Rumî, Şükufe olmak üzere üç tarz bezeme görülür.

1. Hatayî Tarzı Bezeme: Orta Asya’da geliştirilmiştir. Çin motiflerine benzeyen üsluplaşmış yaprak ve çiçek motiflerinden oluşur.

2. Rumî Tarzı Bezeme: Anadolu Selçukluları tarafından kullanılıp geliştirilmiştir. Hayvan motiflerinin üsluplaştırılması ile kıvrımlar ve birbirinin içine girmiş dallardan oluşan bezemelerdir.

3. Şükufe Tarzı Bezeme: 12. yüzyıldan sonra gelişmiş, çiçekleri gerçek görünüşlerine uygun bir biçimde işleyen tezhip tarzıdır.

Selçuklular Dönemi Tezhip Sanatı

12. yüzyılda gelişmeye başlayan Selçuklu tezhibi Rumî üslubun yanında, geometrik biçimlere de yer vererek 13.yüzyıl sonlarında en güzel örneklerini vermiştir. Bu devir tezhibinin en iyi örnekleri Konya Mevlâna Müzesinde sergilenen Divan-ı Kebir ve Mesnevi adlı eserlerde görülmektedir.

Osmanlılar Dönemi Tezhip Sanatı

Selçuklu Devri tezhibini, klasik Türk tezhibinin başlangıcı sayılan Osmanlı tezhibi takip etmektedir. Osmanlılara ait bilinen ilk tezhip örneği, Sultan II. Murat adına hazırlanmış olan bir musiki nazariyat kitabındaki süslemelerdir. 15. yüzyılın en meşhur Türk müzehhibi 1436’da Tevarihü’l Ervah adlı tıp kitabını tezhip eden Aksaraylı Ahmed bin Mahmud’dur. Klasik Türk tezhip üslubu Fatih Dönemi’nde olgunlaşmıştır. Fatih Dönemi’nin nakkaşbaşısı Baba Nakkaş bu devrin tanınmış müzehhiblerindendir.

II. Bayezid Dönemi, Osmanlılarda tezhip sanatının en parlak devrinin başlangıcıdır. Bu dönem tezhiblerinde yeni motiflerin yanında renklerin daha dengeli ve uyumlu kullanıldığı, süslemede altına daha geniş yer verildiği görülür. Feyzullah Nakkaş, Hasan bin Abdullah, Hasan bin Mehmed, Melek Ahmet Tebrizi dönemin önemli tezhip ustalarıdır. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde klasik Osmanlı-Türk tezhibi en olgun ve parlak devrini yaşamıştır. Fatih Dönemi’ndeki kobalt mavi zeminin yerini koyu lacivert, pembe ve kırmızının yerini koyu kırmızı alır. Çizgiler daha ince, motifler daha zengindir. Bu devrin en büyük üstadı olan Kara Memi lakabı ile bilinen Kara Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman’ın Muhibbî Divanı’nı tezhip etmiştir. 16. yüzyılın tanınmış bir müzehhibi de 1547 tarihli Kur’an-ı Kerim’i tezhipleyen Muhammed bin İlyas’tır. 17. yüzyıl da matbu eserlerin artması el yazması eserleri gittikçe azaltmıştır. Buna rağmen tezhip sanatında klasik üslup özelliğini kısmen devam ettirmiştir. 18. yüzyılda III. Ahmet Dönemi’nde tezhip sanatı yeniden canlanmıştır. Klasik motifler ile kurulan kompozisyonların yanı sıra, Batı etkisiyle Osmalı sanatına giren naturalist çiçek buketleri, kıvrık iri yapraklar tezhip sanatını zenginleştirmiştir. Devrin başlıca müzehhibleri Yusuf Mısrî, Bursalı Hazerfen ve Ali Üsküdari’dir. 18. yüzyıl sonlarına doğru Rönesans ve Barok kıvrımları, Türk tezhibinde taklit edilmeye başlanmış, bunun sonucu olarak Türk tezhibi orijinalliğini kaybetmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde Prof. Dr. Süheyl Ünver ve yetiştirdiği talebeler klasik üsluba dönmüş ve çok değerli eserler meydana getirmişlerdir.,

Türk Ebru Sanatının Tarihsel Gelişimi

Geleneksel Türk sanatlarından ebru, yoğunlaştırılmış su üstüne resim yapma sanatıdır. Ebru, kitre ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine öd katılarak suda erimeyecek hâle getirilen boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen desenlerin bir kâğıda geçirilmesiyle yapılır. Ebru yapımında en çok kullanılan boya hammaddeleri oksit kırmızı, oksit sarı, oksit siyah, lahur çiviti ve çamaşır çivitidir. Emici özelliği fazla ve mat kâğıtlar tercih edilir. İçine su konulan tekneler, sactan yapılır. Fırça yapımında gül dalı ve at kuyruğu kılı kullanılır. Su üzerine boyaların koyu renklerden başlanarak açık renklere doğru serpilmesi önemlidir. Açık renkte yapılan ebrular hat sanatında yazı zemini olarak kullanılırken ebru kâğıtları genel olarak kitap ciltlerinde ve yazı pervazlarının süslenmesinde kullanılmıştır.

Türk sanatçılar; Battal, Neftli, Gelgit, Şal, Kumlu, Akkase, Taraklı, Somaki, Bülbül yuvası gibi teknikleri kullanarak ebrular yapmışlardır.

Ebru sanatının nerede ve ne zaman başladığı tam olarak bilinmemekle birlikte 8. yüzyılda Orta Asya’da ortaya çıktığı, İpek Yolu’yla önce İran’a oradan da Anadolu topraklarına geçtiği kabul edilmektedir. Topkapı Sarayı’nda bulunan Arifî’nin 1539 tarihli “Guy-i Çevgan” adlı eserindeki ebrular, Heratlı Mir Ali’nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunan 1539 tarihli iki kıtasının bulunduğu ebrular, Maliki Deylemi’ye ait bir kıtanın yazıldığı 1554 tarihli ebru, Fuzûlî’nin “Hadikatü’s-Süeda” (Mutluluklar Bahçesi) isimli eserinin kopyasında kullanılmış olan ebrular bugüne kadar tespit edilen en eski ebrulardır. İlk üç ebrunun sanatçısı bilinmemektedir. 1595 yılında yazılmış sonuncu eserin ebrularını ise Şebek Mehmet Efendi yapmıştır.

16. yüzyılın sonlarında İstanbul’a gelen Avrupalı seyyahlar, ebru sanatını kendi ülkelerine götürmüşlerdir. Çiçekli ve akkase formlarının 20. yüzyılın başlarından itibaren gelişmeye başlaması ve modern resim anlayışındaki soyut resim zevkinin gelişmesi ebruyu kitap ve yazı albümlerinden duvarlara taşıyarak, plastik sanat kimliği kazandırmıştır. Türk ebru sanatının bilinen ilk ustalarından biri olan Hatib Mehmet Efendi, Ayasofya Camii’nin hatibi olmasından dolayı “Hatip” diye anılmıştır. Hatip adıyla bilinen ebru tekniğini oluşturan sanatçı, 1773’te evinde çıkan yangında eserlerini kurtarmak isterken kendisi de yanarak vefat etmiştir.

Türk ebru sanatının en önemli sanatçılarından biri de Necmettin Okyay’dır. Aynı zamanda hattat olan ve ebru sanatına çiçekli ebruyu kazandıran Necmettin Okyay, daha önce kimsenin denemediği yazılı ebru çalışmalarıyla ön plana çıkmıştır. Çiçekli ve yazılı ebruya bunun için Necmettin Ebrusu denilmektedir. Sanatçı 1916-1948 yılları arasında Medresetü’l-Hattatinde ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde öğretmenlik yapmıştır. Mustafa Düzgünman (1920-1990) ise Türk ebru sanatının diğer büyük ustalarındandır. Klasik Türk ebruculuğunu, zamanımıza kadar, hiç bozulmadan taşıyarak bu sanatın yurdumuzda ve dünyada tanınması ve gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Aynı zamanda birbirinden değerli ebru sanatçıları yetiştirerek bu sanatımızın unutulmasını da önlemiştir. Çiçekli ebru ailesine papatyayı kazandıran sanatçı, hocası Necmettin Okyay’ın bulduğu çiçekli ebruyu geliştirerek bugünkü durumuna getirmiştir.

 

Kaynak: Sanat Tarihi, MEB, 2018.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu