Türk İslam Sanatı Tarihi

İslam’ın Sanata ve Estetiğe Bakışı

a. İnsanda güzellik ve sanat duygusunun fıtriliği:

İnsanı en iyi tanımanın en iyi metotlarından birisi; ona iyi bir gözlemci sıfatıyla bakmak, hareketlerini kontrol etmektir. Ona böyle bir nazarla baktığımızda insanın, biri maddî, diğeri ruhî olmak üzere iki dünyasının bulunduğunu ve bütün faaliyetlerinin bu iki yönde cereyan ettiğini müşahede ederiz. İşte sanat da insanın bu ikinci yüzünü teşkil eden unsurlardan birisidir. Henüz dinî ve sosyal baskılardan âzade, duygularını en samimi bir şekilde dile getiren 3-5 yaşındaki çocuklar, doğuştan sahip oldukları içgüdülerini, melekelerini ve kabiliyetlerini, içlerinden geldiği gibi hareket ederek, en saf şekilde sergilerler. Bu davranışlar, onlar için hem bir oyun, hem de yetişkinlik çağlarındaki faaliyetleri için bir alıştırma ve hazırlıktır. Hiçbir insan yoktur ki, o günkü imkânları ve kabiliyeti çerçevesinde çocukluğunda sanat faaliyetleri diyebileceğimiz faaliyette bulunmamış olsun. Bir kimse, dini ve sosyal baskıların henüz teşekkül etmediği o çağlarında mutlaka şarkı söylemiş, resim yapmış, bir müzik eşliğinde oynamış, çamurdan hayvan figürü yapmış, ev bina etmiştir. İşte insanın bu gibi faaliyetleri onda güzellik ve sanat duygusunun fıtri olduğunun güzel bir işaretidir. Bir kimsenin elbiselik bir kumaştan veya kravat alırken bile mağaza mağaza dolaşması, insanda doğuştan mevcut olan bu güzellik duygusunun eseridir. Eğer insanda böyle bir güzellik duygusu bulunmasaydı, elbiselerin yalnızca sağlamlığına, soğuk veya sıcağa karşı dayanıklılığına bakılacak, yemeklerin göze değil, yalnızca damağa hitap etmesi yetecek, binaların sağlam ve kullanışlı olması kâfi gelecek, arabalar, elbiseler çeşit çeşit modellerde yapılmayacaktı. İşte bu gibi örnekler, güzellik duygusunun insanda doğuştan mevcut olduğunun başka bir işaretidir. Bu tespitlerimizden de anlaşılacağı üzere insan, yalnızca düşünen, üreten, inanan bir varlık değil, aynı zamanda sanat eseri meydana getiren bir varlıktır. Tarihe baktığımız zaman, en ilkelinden en gelişmişine kadar yeryüzündeki bütün insan topluluklarının sanatla meşgul oldukları, sanat eseri meydana getirdikleri görülecektir. Hatta sanat eseri meydana getirmemiş bir din ve topluluk yoktur. Arkeolojik ve antropolojik araştırmalar, bu durumun, tarihin herhangi bir zaman diliminde değil, dünya kurulduktan beri böyle olduğunu ortaya koymaktadır. O halde sanat, ferdi plânda fıtrî, tarihî ve sosyolojik anlamda evrensel bir hadisedir. Hatta onun evrensel bir hadise olması da her insanda fıtrî olmasının bir neticesi ve tezahürüdür. Diğer taraftan, bir kültürün ürünü olarak ortaya çıkan bir sanat eserinin, meselâ bir çininin veya minyatürün, çok değişik başka kültürlerin insanları tarafından rahatlıkla beğenilip satın alınabilmesi, bir Hıristiyan’ın Sultan Ahmet Camii, bir Müslüman’ın Köln Katedrali karşısında hayranlığını gizleyememesi gerçeği de bu sanat duygusunun evrenselliğinin başka bir delilidir.

b) Kur’an ve Hadislerin Işığı Altında Güzellik Duygusunun Fıtriliği:

Kur’an-ı Kerim’de güzel sanatlarla doğrudan doğruya ilgili bir ayet mevcut değildir. Bununla birlikte, diğer bazı ayetlerin ışığı altında O’nun güzel sanatlara nasıl baktığını tayin etmek mümkündür. Bunun için önce “insan”ın ne olduğunu bilmek gerekir. Kur’an-ı Kerim’e göre Allah, insanı yeryüzünde kendisinin halifesi olarak en güzel ve en akıllı şekilde yaratmıştır. Meselâ: ” Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” “Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır.” Mealini verdiğimiz birinci ayetteki “insanın en güzel şekilde yaratılmasından maksat, insanın mükemmel şekilde yaratıldığı denilebilirse de ikinci ayetteki “suretinizi en güzel şekilde yaratmıştır” şeklindeki bir ifade, bunun, yüz ve endam güzelliğini de içerisine aldığını göstermektedir. İnsanın en güzel biçimde yaratılması, aynı zamanda onun güzelliklerini kavrama, bunlardan zevk alma ve estetik değeri olan eserler yapma kabiliyetini haiz olduğunun da bir ifadesidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’deki bazı ayetler insanı düşünmeye davet ederken, bazı ayetler de üstün belâğati ve tasvirlerindeki güzelliğiyle doğrudan doğruya insanın estetik yönüne hitap etmektedir. Nitekim başka ayetlerde bu konu çeşitli şekillerde dile getirilmiştir. Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, dünya nimetleri yalnızca iyi ve faydalı değil, aynı zamanda güzeldir. Diğer taraftan, Cenab-ı Hakk’ın yarattığı en güzel şey ise, bu dünyadaki salih amel işleyenlere vaat edilmiş olan cennettir. Eğer insanın bu güzellik ve güzelliği kavrama yönü bulunmasaydı, cennetin “altlarından ırmaklar akan köşkleri”nden veya oradaki hurilerin, insanın hayal gücünün dahi erişemediği güzelliklerden bahsedilmeyecekti. Aslında, Allah’ın insanı “güzel” surette yaratması gayet tabiidir. Çünkü, yaratıcının kendisi “Cemal” sıfatını taşımaktadır. İnsanın güzel ve güzelliğe karşı meyyal olması, güzel eserler ortaya koyabilmesi gerçeği, bu ayette belirtilen yaratma hadisesine dayanmaktadır. Hatta insanın “ahsen-i takvim” olmasının (en güzel şekilde yaratılmasının) sırrı da burada yatmaktadır. Hz. Davut’un sesini en güzel kılan, Hz. Yusuf’un ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’i insanların en güzeli yapan iksir, işte budur. Diğer taraftan, Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayet karşısında Müslümanların düşünüp ibret almasını ve güzelliklerden istifade etmesini istemektedir. Bunlardan bir tanesi: “Ey Adem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde mü’minlerindir…” Görüldüğü gibi, bu ayetlerden birincisinde mescide giderken ziynetlerin takılması (yani tefsircilere göre güzel koku sürülmesi, temiz ve güzel elbiseler giyilmesi) istenilmiş ardından da gayet cömert bir ifadeyle de “yeyiniz, içiniz” diye insanlara dünya nimetlerinden istifade edilmesi söylenmiştir. İkinci ayette ise güzel ziynetleri, hoş ve temiz rızıkları Allah yasaklamadığı halde yasaklayanlar veya yasaklayacak olanlar azarlanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de yaratıcının varlıkları sanatkârâne yarattığını ve süsleyip güzelleştirdiğini belirten ayetler şunlardır: a) Genel olarak bütün mahlukatın güzel yaratıldığını belirten ayetler. Şu ayet bunun örneklerinden birini oluşturur : “O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.” Bu ayette Allah’ın, yarattığı her şeyi güzel yarattığı, hilkatte çirkinliğin söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde hakiki bir hüsün ciheti vardır. b) Gökyüzünün süslendirildiğini belirten ayetler. Bu konuda birçok ayet vardır. Bir ayette “Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.” denilir. Başka bir ayette ise vurgulu bir biçimde “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyredenler için onu süsledik.” Denilerek göklerdeki ihâhi süslemenin incelenmesine ve ancak inceleyip düşünenlerin bunu idrak edebileceğine işaret edilmektedir. Diğer bir ayette ise, göğün süslendirilmiş olmasına bakılması emredilmekte, orada bir eksiklik ve düzensizliğin bulunamayacağını, çünkü Allah tarafından korunduğu belirtilmektedir.

Mimarlık İslâm, insan karakterine uygun bir biçimde estetik duygusunu manevi inançla birleştirmiştir. İslâm’ın bu estetik anlayışı ibadetlerin haz içinde yapılacağı binalar için mimaride ve insan hayatını anlamlı kılmak ve ölüm korkusunun yenilmesi, bu konudaki duyguların işlenmesi için edebiyatta hakim kılınmıştır. İslâm, iç dekorasyon, giyim, kuşam ve ev eşyalarında hayranlık uyandıran eserler meydana getirmiştir. Bunların içinde dünyaca meşhur şark halıları, zarif seramikler, cam ve metal işleri, İslâm sanatının karakteristik harika ürünleridir. Bu sanatın biçimlenmesinde İslâm idaresi altındaki bir çok milletlerin sanatlarının birikimi vardır. Araplar, İslâm’dan önce kültür açısından pek varlıklı sayılmazlardı. Sadece çöl hayatının kendine has özellikleri lirik bir edebiyatta işlenmişti. Fakat Bizans’ın büyük bir bölümü ve İran’ın fethi, önce Şam’a sonra Bağdat’a nakledilen hükümet merkezi Arapları bu yüksek medeniyetlerin mirasçısı yaptı. İslâm, bu ülke halklarının sanatını körü körüne kopya etmedi. Tenkitçi bir bakışla Müslümanların amacına uygun olan sanat dalları titizlikle seçildi. Bu dallar, sanki eskiden beri İslâmî imişler gibi uygun bir senteze ulaştırıldı. İslâm, hayatın bütün safhalarında ve her alanda geçerli olduğundan, inanç, giderek bu sanatların biçimini belirleyici bir rol oynadı. Dini tesirin en çok görüldüğü saha mimarlık olmuştur. Camiler, Arapların eski geleneksel kültürü ile Arap olmayan Müslümanların kültürlerinin ahenkli bir bileşimi ile daha muazzam ve olağanüstü güzelliklerle süslenerek yapılmıştır. Uzun yıllar çöl hayatının ilkel sadeliğine alışmış bulunan Araplar, sonraları yaşama tarzlarında büyük rol oynayan muhteşem anıt binalar yaptılar. Müslümanların bir zamanlar içinde ibadet ettikleri küçük kerpiç binaların yerini, artık mermer direkli, üzerleri kurşunla kaplanmış çatılı ve camları parlak desenlerle bezenmiş muhteşem camiler alıyordu. Bu binaların en meşhurlarından biri Kudüs’teki, halen dimdik ayakta duran camidir. Bu cami granit taşlardan yapılmıştır. Bizans üslubunun tesirinde inşa edilmiş ve süslenmiş olan caminin kubbesi sanki altınla kaplanmış gibi tepelerin arasında bugün bile ışıltılar saçmaktadır. 691’de bitirilen bu caminin Müslümanlar için hem dini, hem de siyasi önemi çok büyüktür. Camilerin revak kısmı, güneşin yakıcılığına siper olur. Yuvarlak, kenarlı ve çıkıntılı direklerin gölgesinde Müslümanlar dinlenebilir, okuyup yazabilir. İmparatorluğun her yanında camiler inşa edilirken, ilk model plânı, bazı detayları zenginleştirilmek suretiyle uygulanmıştır. En önemli yeniliklerden biri, mü’minleri namaz vaktinin geldiğini ezanla bildiren, müezzinin ezan okuduğu yüksek bir kule olan minaredir.

Duvar Süsleri Her türlü insan ve hayvan figürlerinin çizilmesinin dinimizce sakıncalı bulunması, bunların putperestlik devrinin şirkini çağrıştırmalarından ötürü, bu tür resimlerin yapılmasını bizzat peygamberimiz yasaklamıştır. Bu sınırlamanın korkusuyla sanatkârlar, modellerin gerçek biçimlerinin yerine, onların soyut desenlerini çizmişlerdir. Bu tasvirlerin yapılmasında Bizans bitki ve ağaç motiflerinden de etkilenilmiş olabilir. Buna karşılık; çeşitli kuşlar, tavuskuşu, arslan, antilop, geyik, av köpeği ve hayali varlıklar olan zümrüdü anka kuşu ile ejderhaların figürleri İran tesirinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar bitki motifleriyle, hayvan tasvirlerini ahenkli ve şekilde karıştırmak suretiyle bu ayrı ayrı üslupları birleştirmişlerdir. Tartışmasız olarak denebilir ki, en meşhur süsleme biçimi arabesktir. Müslümanlar, Bizans’ın klâsik akasya yaprağı motifini aldılar. Aslandan daha da soyut ve çizilebilecek hale getirdiler. Sonu olmayan desenler, bazen yaprağın meyve sapı üzerindeki bir çiçek şeklinde çizilirken, bazen da yaprağın üzerindeki dalgalı çizgiler veya iç içe yuvarlak biçiminde çizilmiştir. Motif hangi kaynaktan alınmış olursa olsun, karakteristik olanı, bu süsleme biçiminin hâlâ tekrarlanmasıdır.

Maden Sanatı İslâm kültür ve sanatının geliştiği Yakın Doğu toprakları, madence çok zengin olduğundan bu bölgelerde maden sanatı geleneği çok eski devirlere kadar iner. İslâm ustaları, başlangıçta istila edilen toprakların eski kültürlerinden büyük ölçüde etkilenmiş, fakat kısa bir süre içinde İslâm din ve felsefesinin getirdiği yeni ruh ile ustaların yaratıcılığı birleşerek kendi benliği olan bir İslâm maden sanatı doğmuştur. İslâmiyet’le gelen yeni fikirler ve duygular, yeni sembollerle ifade edilmeye başlanmıştır. Bitki motifleri stilize edilerek geometrik desenler haline getirilmiş; hayvan figürleri bir bitkiye veya bir bitki motifi bir hayvan figürüne kaynaştırılmıştır. İslâm dininin tasvir yapmayı yasakladığı ve bu yasağın İslâm sanatının değişik bir yönde gelişmesine yol açtığı genel olarak benimsenmiş bir görüştür. Kur’an’da putlara tapmayı yasaklayan emir, zamanla hadis bilginleri tarafından her çeşit canlı resminin yapılmasının günah olduğu şeklinde yorumlanmıştır. İslâm sanatında “çizgi”nin erken devirlerden itibaren önem kazandığı görülür. Düz, zikzak veya kıvrılan çizgilerin uzayıp yön değiştirmesiyle sonsuz olarak çoğaltılabilen, belki de sonsuzluk kavramını sembolize eden geometrik desenler geliştirilmiş; kara, üçgen, daire ve sekizgen gibi bağımsız elemanlar yan yana veya üst üste konarak, ya da iç içe geçirilerek anlaşılması ve çözülmesi güç kompozisyonlar elde edilmiştir. Bir çizgi sanatı olan “hat” sanatı da, İslâmlık devrinde birdenbire büyük bir gelişme göstermiştir. Hat sanatının doğmasında ve gelişmesinde, bu sanatın İslâm anlayışına ve zevkine uyan bir çizgi sanatı olmasının yanı sıra, dinde önemli rol oynamıştır. Kur’an’da yazılanlar Allah’ın emirleri olduğu için, Allah’ın emirlerini anlatmaya aracı olan yazılar ve bu yazıları süslü bir şekilde yazarak kelimelerin anlamını vurgulayan hattatlar büyük önem kazanmıştır. Kur’an’ın Arapça yazılmış olması, Arap yazısına üstünlük sağlamış, kısa bir süre içinde çeşitli üslupta yazılar geliştirilmiştir. Yazının bir süsleme elemanı olarak sanata girmesi, İslâmlık devrinin getirdiği en önemli yeniliklerden biri olmuştur. İslâmiyet’le birlikte gelen yenilikler ve değişiklikler, madeni eserlerin süslemesinde kendini gösterir. Natüralizmden uzaklaşan yüzey süslemesi, İslâm sanatının bütün dallarında olduğu gibi, maden sanatına da başlıca karakterini vermiş ve onu gerek kendinden önceki devirlerin, gerek Orta Çağ Hıristiyan sanatından ayıran özellik olmuştur. İslâmlık devri madeni eserleri, Orta Çağ Hıristiyan eserlerinden üslup farkları dışında da bazı ayrılıklar gösterir. İslâm sanatında, birkaç çeşme ve taht süsü dışında, Hıristiyan dünyasında olduğu gibi, madenden yapılmış büyük boy heykeller, zafer ve mezar anıtları yoktur. İslâmlık devrinde madenden daha çok tepsi, tabak, ibrik, şamdan gibi gündelik işlerde kullanılabilecek ufak boy eserler yapılmıştır. İslâmlık devri madeni eserlerini Orta Çağ Hıristiyan örneklerinden ayıran bir özellik de, bu eserlerin dini bir karakter taşımamasıdır. İslâm dünyasında, Batı’daki “kilise sanatı” tarzında bir “cami sanatı” gelişmemiştir. İslâmiyet’te dini merasim çok sade olduğundan ve dini inançların karşılığının maddi biçimde verilmesi istenmediğinden; kilisede yer alan peygamber ve aziz heykellerine, seramoniyle ilgili dini eşyalara camide rastlanmaz. İslâm dini yapılarında kullanılan rahleler, şamdanlar ve kandiller merasimle ilgili eşyalar olmayıp, gerekli eşya oldukları için bu yapılara konmuş eserlerdir. Müslüman topraklarından dışarı çıkan eserler, uzun yıllar kilise hazinelerinde veya müze depolarında saklanmış ve kısmen unutulmuştur. Ancak XIX. Yüzyılın sonlarından itibaren İslâmlık devri madenî eserlerine yeniden ilgi duyulmaya başlanmış ve bu eserlerin sanat değerleri ve önemleri anlaşıldıktan sonra, Batı ülkelerindeki örnekler teşhire çıkarılmıştır. Son yüzyıl içinde, Avrupa’nın büyük şehirlerinde, çeşitli fırsatlarla İslâm maden sanatı sergileri açılmış, böylece dağınık halde bulunan örnekler bir araya getirilerek bu eserlerin geniş kitlelere tanıtılmasına çalışılmıştır.

Musiki ve İslâm Hakkında münakaşalara sebep olan sanat dallarından birisi de müziktir. Şüphesiz ki, insanı diğer varlıklardan ayıran yegâne hususiyet; düşünme vasfının yanı sıra, yüksek hisler (Hissiyât-ı liyye) adı verilen estetik ve din hissi gibi duygulardır. Bu duygular sadece insana mahsus olan, ona hususiyet ve imtiyaz veren vasıflardır. Din hissi gibi güzellik hissi de, insanın yaratılışında ve fıtratında mevcuttur. İnsan bu hislere doğuştan sahip bulunmaktadır. İslâm dini fıtrî bir dindir, hayat dinidir. İslâm dininin fıtrî oluşundan maksat, insanın yaratılışına, ruhî ve bedenî hususiyetlerine uygun oluşu demektir. İslâmiyet, insanların maddi ve manevi hiçbir hususiyetini reddetmez. Tersine insanda yaratılıştan mevcut olan bütün hususiyet, kabiliyet ve istidatların en uygun ve en mükemmel bir şekilde geliştirilmesini ve olgunlaştırılmasını ister. Tabii istidat, kabiliyet ve özelliklerin korunmasını esas olarak alan İslâm dini; bu vasıfların yerli yerinde kullanılmasını, istismar edilmemelerini, kötüye kullanılmamalarını ve zararlı hale getirilmemelerini ısrarla tavsiye eder. İslâm, hiçbir beşerî arzu ve ihtiyacı reddetmez. İnsanın ruhî ve bedenî yaratılışına, psikolojik ve biyolojik vasıflarına uygun olmak şartıyla bütün beşerî ihtiyaç ve arzuların serbestçe tatmin edilmesini mubah sayar. İslâm dini ne kadar tabii ve fıtrî ise, musiki de o kadar tabii ve fıtrîdir. Musikinin iptidai maddesi olan ses ve ölçü Allah tarafından yaratılmış ve insan ruhuna yerleştirilmiştir. Allah tarafından insan ruhuna yerleştirilen bu duyguyu söküp atmak mümkün değildir. Bundan dolayı İslâm dini ile musiki arasında bir uygunluğun bulunacağı, bunların birbirine zıt düşmeyeceği tabiidir. Beşeri duyguların en tabii olanlarından birinin, estetik his olduğu hususunda şüphe yoktur. İnsanlarda güzellik hissi mevcuttur. İnsanlık güzele karşı daima bir ilgi duymuştur. Güzele karşı duyulan bu ilgi ve meyil neticesinde çeşitli sanat eserleri meydana getirilmiştir. Beşerin ruhunda mevcut güzellik duygusunun hariçteki bir ifadesi olan bu nevi sanat eserlerine tarihin her devrinde rastlamak mümkündür. İnsanlar; iyi, güzel ve doğru olan her şeyi kendi ihtirasları için istismar etmişlerdir. Din, iktisat, ahlâk, namus, siyaset, ilim ve teknik gibi şeylerin muhteris kimseler tarafından kendi gayeleri için sömürüldüğü ve kötüye kullanıldığı sık sık görülür. Musiki için de durum böyledir. Herkes, çok tesirli bir vasıta olan musikiyi kendi hesabına ve çıkarına göre istismar etmek istemiştir. Dinin istismar edildiğini ileri sürerek, lüzumsuz ve zararlı olduğunu iddia etmek ne kadar yanlış ise, istismar edilen ve kötü maksatlar için kullanılan musikinin bu özelliğinden ötürü, lüzumsuz ve zararlı olduğunu ileri sürmek de o kadar yanlıştır. Bazı radikal fakihler, birtakım ayetlerin anlamlarını zorlayarak musikinin haram olduğunu ispat etmeye çalışmışlarsa da, musiki, İslâm medeniyetinde tabii gelişmesini yapmıştır. İslâm’da musikiye dair dikkate değer bir araştırması bulunan Lois L. Farukî ise, musiki konusunda Ezher rektörlerinden Mahmut Şaltut’un şu fetvayı verdiğini söylüyor. Şaltut’a göre, “musiki ile uğraşmak veya musiki dinlemek, lezzetli yiyecekler yemek, güzel elbiseler giymek gibi, Allah’ın kullarına bağışladığı zevklerdendir. Bu bakımdan İslâm, musikinin kendisine değil, bazı türlerinin muhtevalarına karşı çıkmaktadır. Ayetlerde ve hadislerde bu konuda herhangi bir yasak konulmamıştır.” Musiki, İslâm nazarında mutlak olarak mubahtır. Fakat bunun günah olan bazı nevileri mevcuttur. Günah olan musiki ile, günah olmayan musiki arasında herkesin kabul edebileceği bir sınır çizmek mümkün değildir. Hangi musiki nevinin mubah, hangi musiki nevinin günah olduğunu bir kaide halinde ifade etmek oldukça güç bir iştir. Şimdiye kadar bu hususta yapılan tariflerin kifayetsiz kalışı bunu göstermektedir. Herhangi bir mâsiyet veya haramın işlenmesine vesile olmadıkça, yahut da ibadet ve iş hayatımızın düzenini aksatmadıkça, musiki terennüm etmek ve dinlemek caizdir. Musiki esnasında terennüm edilen sözlerde masiyet varsa, yahut da söyleyen, çalan veya dinleyenlerde masiyet ve haram olan işleri yapma arzusu meydana getiriyorsa, yahut da kişinin gerek dini, gerek dünyevi işlerini aksatıyorsa, bu tür musikileri çalmak, söylemek ve dinlemek caiz değildir. Musiki, lehte ve aleyhte günümüze dek tartışma konusu olmuştur. Bu husustaki gereksiz tartışmaları sizlere aktarmak istemiyor, güzel sanatların bir kolunu teşkil eden musiki konumuzu şu veciz sözlerle noktalamak istiyorum: Musiki, âşıkın aşkını, fâsıkın fıskını artırır. Musiki denilen nutk-ı ilâhî Bir coşkun denizmiş nâmütenâhî. Yunus’tan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye kadar uzanan bu çizgi bugüne olduğu kadar, daha pek çok asırlara ses, söz ve hikmetlerini duyurabilecek güçte ve zenginliktedir. Itrî bestelesin tekbirini, Evliya okusun Kur’anlar, Ve Kur’an’ı göz nuruyla çoğaltan Kayışzâde Osman’lar… Natını Galip yazsın, Mevlid’ini Süleyman’lar… Sütunlar, kemerler, kubbeleriyle Geri gelsin Sinan’lar.

Musiki ve Toplum Türk, musiki ile doğar, kulağına makamla ezan okunarak adı konur. Musiki ile ölür, başucunda makamla Kur’an tilavet edilir. Evliya Çelebi’nin anlattığı gibi, hac sırasında bile Mekke’de törenle Ğhem de askeri musiki- mehter çalınır. İbadete geniş ölçüde musiki karışır. Tarikatlerde bu ölçü daha da büyüktür. Musiki ile sefere gider, musiki ile savaşır, musiki dinleyerek gazi ve şehit olur. Eğlencenin toplum psikolojisi açısından büyük bir önem taşıdığı inkâr edilemez. Çağdaş sosyal psikolojide her şeyden önce bir heyecan hali olarak değerlendirilen eğlencenin masum haz arayışına cevap verdiği, monotonluğu durdurarak yenilikler getirdiği, uyuşmazlık, karmaşıklık, beklenilmezlik, düzensizlik gibi özellikleri sayesinde organizmayı optimal uyanıklık ve verimlilik seviyesine ulaştırdığı, sosyal kaynaşma ve dayanışmanın gelişmesine katkıda bulunduğu kabul edilir. Resul-i Ekrem (s.a.s.), bayramlarda def çalıp İslâm ahlâkına aykırı olmayan bir kıyafetle şarkı söylenmesine izin vermiştir. Bir bayram günü Hz. Aişe’nin huzurunda def çalıp şarkı söylemek suretiyle eğlenen cariyeleri, “Resulullah evinde şeytan nağmeleri ha!” diyerek azarlayan Hz. Ebu Bekir’e,”Her toplumun bir bayramı var, bu da bizim bayramımız” buyurarak müdahale etmiştir. Bazı Müslümanlar, Ebu Bekir’in sözündeki “şeytan nağmeleri” ifadesine bakarak musikiyi haram sayarken Hz. Peygamber’in iznini göz ardı etme gibi bir hataya düşmüşlerdir. Mevsuk olmayan hadislere dayanarak Hz Peygamberi sanat ve kültür düşmanı gösterenler, İslâm’a en büyük kötülüğü yapmış olurlar. Gerek Hz. Peygamber’in zaman zaman bazı eğlenceleri seyretmesi, ashabını bayram ve düğün gibi özel günlerde eğlencelere teşvik etmesi, hatta düzenlenen eğlenceleri durdurmak isteyenlere engel olması, gerek daha sonraki dönemlerde bir çok âlimin aynı yöndeki görüş ve fetvaları ve gerekse bütün İslâm tarihi boyunca Müslüman toplumların kendi örflerine göre değişik şekillerde eğlenceler düzenlemesi, ilke olarak eğlencenin meşru ve mubah olduğunu göstermektedir. Diğer alanlarda olduğu gibi eğlencede de niyet, amaç ve davranış biçimi bakımından İslâm düşüncesi ve ahlâkının ölçü alınması ve din kurallarına uyulması gerektiğinde şüphe yoktur. Sonuç olarak; İslâmî adaba ve genel ahlâk kurallarına uygun düşmesi, içki, kumar, fuhuş gibi dinin haram kıldığı şeylerden arınmış olması şartıyla oyun, musiki ve yarış türünden eğlencelerin meşru sayılması gerektiği anlaşılmaktadır. Esasen çeşitli devirlerde farklı eğlence türlerinin geliştiği dikkate alınırsa, eğlence kabilinden davranışların folklorik unsurlara, gelenek ve göreneklere bağlı tür ve şekillerden ziyade bu davranışların ahlâki ve dini prensiplerle uyuşup uyuşmadığı, eğlendirmenin ötesinde tahripkâr gayeler taşıyıp taşımadığı önem kazanmaktadır. Bu sebeple İslâmî ölçülere göre müstehcen sayılabilecek, doğrudan ya da dolaylı olarak İslâm dinini, bu dinin itikat, ibadet, ahlâk esaslarını, düşünce ve hayat tarzını, üstün şahsiyetlerini, kurumlarını ve şiarlarını tahrif ve tezyife yönelecek her türlü eğlence gayr-i meşrudur. Ayrıca, İslâm dininin dokunulmaz saydığı ve genellikle ırz kavramıyla ifade edilen insanların manevi şahsiyetlerini, namus, şeref ve diğer kişilik haklarını hedef alan eğlenceler de meşru ve mubah sayılamaz. Türk musikisinin en üstün eseri Segâh Tekbiridir. Diğer cami musikisi eserleri gibi, yalnız Türkiye’de değil, bütün İslâm âleminde üç asırdan beri okunmaktadır. Bu eser, bir büyük dinin haşmet ve iradesini, beşer kudretinin en son sınırına ulaşarak terennüm etmektedir. Kurban Bayramı tekbiri olmakla beraber yalnız bayram namazlarında değil, her kutsal vesileyle dillerden düşmez ve her Türk ve Müslüman ezbere bilir. Segâh makamında usulsüz olarak okunan, bestesi Itrî’ye ait güfte şöyledir: Allahü ekber, Allahü ekber, Lâilâhe illellahü vallahü ekber, Allahü ekber ve lillâhi’l-hamd.

 

Netice Sanat, karşıdaki ile konuşmadır, bu konuşma ne kadar güçlü bir dille verilirse o kadar etkin ve kalıcı olur. Kur’an da hep karşıdaki ile konuşur, “Ey iman edenler” ya da “de ki” diye başlar ayetlerin çoğu… Çünkü hayatı yeniden gündeme getirme, ona yeni bir biçim ve ruh verme söz konusudur; bu da diyalogla mümkün olur. Süleyman Çelebi peygamberi almış karşısına konuşuyor. Kendisinden yüzyıllar önce vefat etmiş olan Hz. Muhammed (s.a.s.) ile ne güzel selâmlaşıyor, yalnız kendisi değil bizi de selâmlaştırıyor… İmanın sanatla olan ifadesidir bu… Özle biçim, yani imanla sanat öyle birleşmiştir ki, birini diğerinden ayırmak mümkün değil. Din ile sanatı birbirinden ayırmak mümkün… Dinin işlevi başka, sanatın işlevi başkadır demek de mümkün; fakat yaşantı olarak ele alındığında, din ile sanatın birbirinden ayrılmayacağı görülmektedir. Yaşantısız bir sanat kuru, yüzeysel ve coşkusuz olur. Sanatsız din, hayattan kopuk, kuru birtakım ahlâkî manzumeler yığını olur. Bu sebeple sanattan dini, dini sanattan ayrı düşünemeyiz. Dinin gerektirdiği ibadet yerleri bile büyük sanat eserleridir. Cami, plânını, toplu olarak kılınan namazın gereklerinden almıştır. Bir sanat eseri olarak cami, sadece içinde namaz kılınan bir yer değildir. Namaz cami olmadan da kılınabilir. Camide onu yapan ulusun bütün psikolojisi, ulusal benliği de vardır. Bu gaye ve düşünceyle yapılan Süleymaniye camisinde kubbe, dayanacağı yerlere yüklenmiş değil, adeta gökten inmiş de konmuş gibidir. Mihrap, minber, millî oymacılığımızın incelik harikalarıdır. Bunun içindir ki din ve sanat hep olacaktır. Çünkü hayat vardır, dinsiz, sanatsız bir yaşantı söz konusu değildir. İslâmî açıdan sanatın lüzumunu değerlendirmek gerekirse; sanatlar ve ticaretler bir toplum için farz-ı kifâye’dir. Çünkü sanatlar ve ticaretler bırakılırsa hayat felce uğrar, halkın çoğu helâk olur. Herkes bir sanat dalında çalışsa, diğer dallar durur ve yine toplumun yaşaması güçleşir. Bu itibarla; sanat dallarında çalışan mü’minler birer farz-ı kifâye’yi ifa etmek niyeti ile çalışmalıdırlar.

 

KAYNAKLAR:

  • Çam, Prof. Dr. Nusret, İslâm’da Sanat,
  • Erkul, Vedat, Sanat ve İnsan, 52-53, Timaş Yay., İstanbul-1996.
  • Serin, Muhittin, Hat Sanatımız, 12-15, Kubbealtı Yay., İstanbul-1982.
  • Yetkin, Ord. Prof. Suut Kemal, 1-2, Ankara-1965.
  • Yahya Kemal, Aziz İstanbul, 120, MEB. Yay., İstanbul-1995.
  • Batılı Gözüyle İslâm Kültür ve Medeniyeti, çev: Müjdat Karayerli-Murat Özyiğit, 138-140,Esra Yay.,İst.1994.
  • Erginsoy, Dr. Ülker, İslâm Maden Sanatının Gelişmesi, 1-2, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul-1978.
  • Uludağ, Süleyman, İslâm Açısından Musiki ve Semâ’, 11-15, İrfan Yay., İstanbul-1976.
  • Ayvazoğlu, Beşir, İslâm Estetiği ve İnsan, 149, Çağ Yay., İstanbul-1989.
  • Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Musiki İle İlgili Standart” fetvası.
  • Buhari, Tecrit, 3/151, Iydeyn, Hadis no: 513; Müslim, Salâti’l-Iydeyn, 5/27, Hadis no: 17; Mâce, Nikâh, 5/318, Hadis no: 1898; Sünenü’n-Nesei, Salâti’l-Iydeyn, 3/287,Bab:36.
  • TDVİA, 10/488 “Eğlence” mad.
  • Öztuna, Yılmaz, Itrî, 33, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara-1987.
  • Turgut, Prof. Dr. İhsan, Sanat Felsefesi, 169, Üniversite Kitabevi, İzmir-1993.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu