Sinema

Sinemada Akımlar ve Dünyadan Örnekler

Fransız Devriminin sanat akımlarını ortaya çıkarması kadar, Sanayi Devriminin de sinema endüstrisinin kurulmasında etkisi ve önemi son derece büyüktür.

Gözün sinemaya temel teşkil eden algısal özelliği, fotoğrafın bulunmasından daha eski dönemlerde de bilinen bir gerçektir. Görüş algısının devamlılık özelliği ya da diğer bir tabirle bilinen ağ tabakası izlenimi olgusu ilk olarak 1824 yılında, İngiliz hekim P.M. Roget tarafından ortaya atılmıştır. Roget, nesnelerin birbirine yakın ardışık konumlarını gösteren resimlerin hızla gözün önünden geçirilmesi sırasında, gözün bunları hareket eden tek bir nesne gibi gördüğünü ortaya koymuştur. Yine, sayfalarına tek bir resim çizilen kitapların hızla çevrilmesi yoluyla hareket eden nesne görüntüsü oluşturulabilmiştir. Bu prensipten hareketle 1832 yılında “phenakistoscope” ve 1834 yılında da “zoetrope” gibi optik aletler yardımıyla hareketli görüntüler yapılmıştır.

Daha birçok örneği sayılabilecek olan bu gelişmeler içerisinde, zamanla yazılı haber materyalleri geliştirilerek görsellikle desteklenmiş ve etkisi artırılmıştır. Bunların ötesinde başlı başlına bir döneme şekil verdiği kabul edilen televizyon, iletişim alanında büyük gelişmelere yol açmakla birlikte medyanın gücü açısından da son derece etkili bir araç olarak kendini göstermiştir. Gazete ve televizyon sayesinde, belli bir kitlenin elinde bulunan bilgi, geniş halk kitlelerine ulaşmıştır. Bu iki aracın önemi, bilgiye erişimi sağlayan en etkin unsur olmalarından kaynaklamaktadır.

Yaşanan teknolojik gelişmelerin kitle iletişim araçlarında değişime neden olmuş ve bu gelişmeler aynı zamanda sinemayı da etkilemiştir. Sinemanın toplumu yönlendiren ve topluma ayna tutan işlevine paralel olarak, sahip olduğu bu işleve hizmet edecek şekilde akımların oluşmasına neden olmuştur.

Oluşan akımların temelinde toplumun içine bulunduğu durumu ve kitlelerin duygu ve düşüncelerini ortaya koymak yer aldığından farklı ülkelerden örnekler ile açıklamak daha uygun olacaktır:

Yeni Gerçekçilik Akımı (İtalya)

İtalyan sinemasında yeni gerçekçilik akımı en genel anlamıyla 30’lu ve 40’lı yıllarda faşizme karşı gösterilen toplumsal tepkiyi anlatan kültürel bir gösteri olarak ifade edilebilir. Bu dönemde zaten yeni bir kimlik arayışı içinde olan aydın kitle yepyeni bir bilinçle bu akımın ilkelerine tutunma ve kendini kanıtlama gereğini duymuşlardır.

Yeni Gerçekçilik akımında şiirsel realizmin de unsurlarına rastlanmaktadır. Yeni gerçekçilik akımı dahilinde üretilen filmlerde belgesel türü ile de benzerlikler görülebilir, çünkü akım dahilinde çekilen filmlerde dış çekimler daha ön plandadır. Yeni gerçekçilik akımında iki nokta dikkat çekmektedir; bunlardan biri işsizlik, fakirlik ikincisi ise belirsizliktir. Bu konuların ön plana çıkmasında İtalya’nın savaş sonrası dönemde içerisinde bulunduğu ekonomik buhranın etkileri vardır.

Bu akımın içerisinde yer alan önemli yönetmen ve filmler ise;

– Luchino Visconti: Postacı Kapıyı İki Kere Çalar/ Yer Sarsılıyor – Roberto Rossellini: Roma Açık Şehir/Hemşeri /Almanya Sıfır Yılı – Vittoria de Sica: Boyacı ya da Kaldırım Çocukları/Bisiklet Hırsızları

Dışavurumculuk Akımı (Almanya)

Normal olanın dışına taşan, insanın bilinçaltındakileri yansıtması olarak ifade edilen ve bir diğer adı ekspresyonizm olan dışavurumculuk akımı, en çok Almanya’da görülmüştür. Bunun sebebi, Germen ülkelerinin yaşadığı toplumsal bunalımlar ve baskı rejimlerinin etkisidir. Halk ve aydın kesim bastırılmış, sindirilmiş duygu ve düşüncelerini dışavurumcu (Ekspresyonist) bir tarzda sanata yansıtmışlardır. Başka bir deyişle, dışavurumculuk bir başkaldırının ürünüdür, denilebilir.

Almanya’da özellikle 1919–1939 yılları arasında çok etkili olan bu akımda, sinemada farklı teknikler de kullanılmıştır. Bu yıllarda yapılan filmlerde, gölgeli bir ışıklandırma, gerçeküstü bir dekor, yapay rol yapma ve gerçek olmayan bir dünyada gezinen kameranın üslubu dikkat çekmektedir. Filmlerde kaba ve barbar görüntüler hâkimken; savaşın kızıştırdığı umutsuzluk teması, bu dönemin sinemasının özelliklerindendir.

Bu tip filmlerde, daha iyi bir dünya düşlense de, “gerçekçilik” bir kenara bırakılmıştır, soyut ve metafizik olana yönelme söz konusudur. Görsel anlatımın güçlü olduğu Alman dışavurum sinemasında, gündelik yaşama çok yer verilmemiştir. Bu döneme ışık tutan belli başlı filmler ve yönetmenleri şöyledir:

– Prag’lı Öğrenci (1913), Yönetmen: Stellan Rye – Golem (1914), Yönetmen: Henrik Galeen – Homunculus (1916), Yönetmen: Otto Rippert – Doktor Kaligari’nin Muayenehanesi (1919),Yönetmen: Robert Wiena

Özgür Sinema (İngiltere)

William Paul’un Kuzey Kutbuna Yolculuk adlı filmi çekmesiyle gelişme gösteren İngiliz sineması, 1900’lü yılların başından itibaren sinema salonlarının kurulmaya başlaması ve sinemaya ilginin artması, İngiliz sinemasının gelişiminde oldukça önemli sebeplerdir.

Öte yandan, James Clarke, “Sinema Akımları” adlı eserinde, İngiliz sinemasından şöyle bahseder: “Gerçekçilik eksenli filmlerin bir listesi” hazırlayacak olsa, İtalyan yeni gerçekçiliği, İngiliz gündelik yaşam eksenli gerçekçilik ya da şiirsel gerçekçilik bu listeye dâhil edilmelidir. Tüm bu örneklerde ortak olan şey, gerçekçiliğin kavramsal bileşenlerini oluşturan nitelikleri kavramsal ve pratik boyutlarda belli ölçülerde taşımalarıdır. İncelenmeye değer bulduğumuz tüm bu akım ve filmlerin bir diğer ortak noktası da resim, siyaset ve edebiyat gibi sinemanın dışındaki alanlarda da etki bırakmış olmalarıdır.”

Dolayısıyla İngiliz sinemasının sinema dünyasına yaptığı en büyük katkı; hemen her filmin, gerçekçi moda sarsılmaz bir bağlılık içinde çekilmiş olması inkâr edilemez bir gerçekliktir İkinci Dünya Savaşı 1 930’larda başlamış bu belgesel hareketini zirve noktasına taşımış, sonrasında da bu hareket “kurgusal” film akımıyla bütünleşerek sürmüştür.

1950’lerin sonlarında ve 1960’larda Fransız Yeni Dalga filmlerinin etkisiyle İngiltere’de, çalışan insanların günlük yaşamlarını konu alan gerçekçi filmler yaygınlık kazanmıştır. Tony Richardson’un “Öfke”, Jack Clayton’un “Tepedeki Oda” ve Karel Reisz’in “Cumartesi Gecesi ve Pazar Sabahı” adlı filmleri uluslararası düzeyde ün kazanmıştır.

1960’lara gelindiğinde ise, Tony Richardson’un romanından uyarladığı “Tom Jones”, John Schlesinger’in Thomas Hardy’nin romanından uyarladığı “Bir Aşk Yetmez” ile “Gece yarısı Kovboyu” ve Lindsay Anderson’un “Eğer” adlı filmleri dönemin unutulmaz yapıtları arasına girmeyi başarmıştır.

Yeni Dalga Akımı (Fransa)

Fransa’da 1920’lerde başlayan ve 1930’lara kadar devam eden dönemi belirtmek için avant-garde teriminin kullanıldığını görülmektedir. Bu dönemde yapılan filmlerin her şeyden önce deneysel tarzda yenilikçi, ticari kaygıdan çok sanatsal kaygının ön plana çıktığı filmler oldukları açıktır. (Biryıldız, 2002:74-75) Aslında, Fransız avant-garde sinemasını yaratan ilk önce sinemacılar değil, resim ve edebiyatla uğraşan sanatçılardır.

II. Dünya Savaşı’nı hemen takip eden yıllarda Fransa, çatışma sırasında yasaklanan yığılmış Amerikan filmleri tarafından istila edilir. 1950’ler bu yüzden Fransız sinemasının evrimi için önemli bir zamandır ve Fransız Yeni Dalga’nın doğmasını sağlayacak koşulları oluşturur. Fransız Yeni Dalga akımı, eskidiği düşünülenin yeniden canlandırılması, yenilenmesi ve tekrar keşfedilmesi için zincire eklenmiş bir halkadır.

1950’ler Fransız Yeni Dalga’nın baş aktörlerinden François Truffaut, yaratıcı derinliğiyle Jean Renoir ve Alfred Hitchock gibi yönetmenlere esin kaynağı olmuştur. Özellikle, 1959 yılı, akımın ruhunu yansıtan önemli filmlerin gösterime girmesi itibarıyla Fransız Yeni Dalga açısından dönüm noktasıdır. Paris nous appartient Qacques Rivette, 1960), Serseri Aşıklar Qean-Luc Godard, 1960), Kardeş Çocukları (Clau- de Chabrol, 1959) ve Les quatre cents coups (François Trauffa- ul 1959) önemli filmler arasındadır. Les quatre ceııts coups, Cannes Film Festivali’nde Palme d’Or ödülünü kazanmıştır.

Fransız Yeni Dalga’sında en çok tartışmaya neden olan konu ise cinsel politik filmlerdir.

Truffaut’nun Unutulmayan Sevgili isimli filmi, 75 yaşındaki Henri-Pierre Roche’nin romanından uyarlandı. Film özel görsel efektlere sahiptir. Film Jules ve Jim ve ikisinin de aşık olduğu kadın Catherine’in 20 yıllık sürecini yansıtmaktadır. Film klasik bir Fransız Yeni Dalga olup, Fransız Yeni Dalga filmleri gibi diğer medya unsurlarına abartılı referanslar içermektedir.

Yeni Sinema Akımı (Brezilya)

Latin Amerika’nın en önemli üç sineması Arjantin, Meksika ve Brezilya Sineması’dır. Yeni Sinema Akımı ise Brezilya sineması için bir dönüm noktası olmuştur.

1950’lerde Vera Cruz şirketi bir ulusal sinema biçimi sağlamaya çalışmış ve bu şirketin ürettiği Eşkıya adlı film önemli bir başarı elde etmiştir. 1960–1964 arasında ise, iktidardaki Gaulart yönetimi döneminde ülke rahatlamış ve ifade özgürlüğü artmıştır. Aslında Cinema Novo bu politik oluşumun bir ürünüdür. Adını Vargas’ın ‘Estado Novo’suna (Yeni Devlet) atıfla alan Cinema Novo az gelişmişliğe, yoksulluğa, açlığa, Hollywood benzeri stüdyoların chanchadalarına ve Amerikan şirketleri egemenliğindeki yerel dağıtım ağlarına karşı doğmuştur.

Brezilya sineması özellikle 1960’lı yıllardan 1970’lerin sonuna dek devam eden ve güncelliğini yitirmeyen, Üçüncü Dünya Ülkesi sineması tartışmalarında önemli bir yer edinmiştir. Brezilya, bu tartışmalar içinde sinema alanındaki gelişimi ve tarihi ile oldukça modern ve yenilikçi, hatta devrimci bir görünüm sergilemektedir.

Yeni Sinema, Brezilya’daki sınıflar arası etkileşimi, siyaseti, toplumsal çelişkileri, tarihsel arka planıyla anlatmaya çalışmış ve bu perspektifte birçok eser vermiştir.

Amerikan Yeni Dalgası

1970’ler ve Amerikan sineması güçlü bir birleşim ortaya koymaktadır. Başka bir deyişle, Amerikan Yeni Dalgası, film yazarlığının cazibesine kapılmış kendi yönetmen kuşağını yaratmıştır. Filmin aynı zamanda yazarı olan bu yönetmenler bireysel anlatım ile Hollywood stüdyolarının ticari istekleri arasındaki gerilimin her zaman bilincinde olmuşlardır. Ki, bu 1920’lerle 1950’lı yıllar arasındaki yıllarda stüdyoların kurumlaşması, belli yapım şirketlerinin gelişmesi ve yine bunların ağırlık merkezine oturması neticesinde buna tepki olarak Amerikan kitle sinemasının belli bir değerler dizisi değişimine girdiği bir dönemdir.

Amerikan Yeni Dalgası’nın en dikkat çekici filmlerinden bazıları ise Easy Rider (1969), Buhranlı Günler (1969), sonrasında Baba (1972) olmuştur.

Ulusal Akım (Japonya)

Japon sineması ulusal sinemanın adeta devleştiği bir ülkedir. Son derece kurumlaşmış ve iyi örgütlenmiş bir sinemadır. Japon sineması izleyiciyle çok daha sofistike yollarla iletişim kurma çabası içinde olmuştur. Tinselliğin ve duyguların açıkça ifade edilişi bazı Japon animasyonlarının Batı’da bugün de süren popülerliğini açıklamaktadır; yine bu animelerde maddi ve fiziksel olanın ötesindeki yaşamla ilgili bir bilgi de vardır.

1960’ların sonunda ortaya çıkan Japon Yeni Dalga sineması, Akira Kurosawa’nın temsil ettiği çizgide gelişen geleneksel Japon sinemasıyla karşıtlık içinde, ona cevap verme kaygısıyla gelişmiştir.

 

Kaynak: Elçin ADIGÜZEL, Toplumsal Gerçeklik Akımı Perspektifinden Zeki Demirkubuz Sineması

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu